Köşe Blog Yazıları

ÖYKÜ.. Sarmaşıkların Son  Mahkûmu.. AYŞE ÖNER

Sarmaşıkların Son  Mahkûmu Neredeyse yüz yıllık bu paslı duvarların üstüne sinekler bile konmazdı ama yeşil sarmaşıklar sımsıkı sarıp kucaklamıştı. İhtiyarın tek dostu bu sarmaşıklardı. Her gün ona kıvrımlı umutlar aşılıyor ve istediği düşleri veriyorlardı. İhtiyar onlara dokunup ruhunu dinlendiriyordu. Sadece akşamları sessizleşiyorlardı. Ancak ihtiyar akşamları da bu karanlık zindan da yalnız değildi çünkü duvarları kaldıramayan sineklere yuva olmuştu. Çıkardıkları sesler her akşam bir ayin oluşturuyordu sanki. Her vızıldayış bir günah çıkarma bir arınmaydı onun için. Ayini yapanlar da en az onun kadar kirli ve kimsenin sevmediği yaratıklardı. Bu akşam sinekler yok olmuşçasına sessizdi. İhtiyar ilk defa huzurlu bir uyku çekmişti.…

HARİKAYDI KADIN.. Pakize Özcan

HARİKAYDI KADIN O ki ranadır, selam verir her sabah güne. Güneş ki kıskanır seni, saklanır sana  çekince. Bir kadın onlar gibi balkonda bekliyor sanırsın güvercin. Mecali olmasa da  çırpınıyor bir çift kanat  için. Uykular yan çizmişler kocasından mecazi.. Akar güne sabah ezanı ile kalkan efsunlu geceden nurani. Etekleri tutuşmuş hep yere yetişecek gibi. Şefkat eli denen frenleri, kırar dümenleri. Eve akan, evden taşan su yolunu çevirirsin; hep yerinde, vaktinde. Adı kadındır sabri. O, senin kadınındı oysa ki gamzesiyle harika. Amenna çabalama boşuna, koyamazsın buseyi dudağına. Benzerlik etme, harika-i aşk gelmez karıştırmaya. Mahsur olunmaz misal  çizgisel güllerle kuşanmış yanağına. Analığın gibi…

ACIYI RESMETMEK…SERPİL  KAYA…ÖYKÜ

ACIYI RESMETMEK   Eylül’ün sonbahar  rüzgârlarıyla hükmünü sürdüğü bir gündü. Evin zili çaldı. Gelen Özgür olmalıydı. Mis gibi kek ve çay kokusu yayılıyordu evin içine. En sevdiği kekten yapmıştı annesi, okul dönüşü mutlu olsun diye. ‘Sen bir tanesin, diye sevinçle sarıldı annesinin boynuna. Tek hayali ÖSS sınavını başarılı bir puanla geçip, özel yetenek sınavlarına hazırlanmaktı Sessiz, sakin bir çocuktu Özgür. Kavgalı, gürültülü ortamları sevmez, rengârenk kalemlerle çizgilerle yarattığı dünyaya dalar, saatlerce oradan çıkmazdı. Çaydan sonra yine odasına dönüyordu ki , annesinin dikkatli bakışlarını fark etti Özgür. Çok anlamlıydı bu bakış, odana mı gidiyorsun yine, der gibiydi annesi. İstiyordu ki ,oğlu…

YAŞAM SİSLİ BİR YOL GİBİ.. FADİME SARIKAMIŞ

YAŞAM SİSLİ BİR YOL GİBİ     Yaşam bana sisli bir yolu andırıyor, Adımlarım buz kütlelerine basıyor sanki. Korkuyorum… Önümü göremiyorum, Korkuyorum… Kayar da düşerim diye.   Bazen, eline ilk kez kar tanesi değen bir çocuk gibi Hayranlık duyuyorum yaşama; merakım kabarıyor. Bazen de saçları arasında siyahı arayan bir beden gibi Belki bir güzel anıya rastlarım, o güne dönerim diye.   En çok da bugüne sözüm geçmiyor sanki. Ya geçmişi önüme koyuyor Ya geleceğe bak diyor… Bugünün tadını bana bırakmıyor. Hâlbuki dün dediğin, bugünden ibaretti değil mi?   Günde kaç kez soruyorum kendime bu soruyu? Belki hiç… Belki de her…

Dilaver Korkmaz…ERİK AĞACI…ÖYKÜ

ERİK AĞACI   Bacaklarına vuran  güneşin tatlı sıcaklığı ile gözlerini araladı. Mart ayının nadir güneşli günlerinden biriydi. Öğle arası kaymakamlık bahçesinde biraz düşünmek için oturduğu bankta uyuyakalmış olmalıydı. Öğleden önce emeklilik dilekçesini imzalamış ve sekreterliğe bırakmıştı. Dile kolay tam otuz yedi yıl olmuştu burada memuriyete başlayalı. Aslında altmış beş yaşına kadar   beş yıl daha çalışabilirdi, evde üniversite okuyan bir oğlu vardı ama birkaç ay önce kızı boşanıp torunla beraber çıkıp gelmiş bu da yetmezmiş gibi büyük oğlu de geçen ay işten ayrılmış biriktirdiği bir miktar para ile çok istediği o lokantayı açabilmenin  çaresini arıyordu. Bir baba olarak bu zamana kadar…

KUTSAL BALIK DOYURAN BALIK…      Şükran TAŞDELEN.ÖYKÜ

KUTSAL BALIK DOYURAN BALIK   Urfalı taş ustasıydı. Bir zamanlar elinin emeğiyle, alın teriyle yaşar, taşın ruhunu oyar, duvarlara nakış işlerdi. Ne var ki, bir gün talihsizlik kapısını çaldı. İş başında üzerine düşen bir taş, kolunu kırdı, sanatını da elinden aldı. O günden sonra artık çalışamaz oldu. Önce yılların birikimiyle geçindiler. Ardından akrabaların verdiği üç beş kuruşla… Ama hayatın pahalılaşması, evin ihtiyaçlarının çokluğu, işsizliğin sessizliği derken evde ekmek kokusu azaldı, açlığın sesi çoğaldı. En büyük oğlu bir çay bahçesinde gündeliğe girdi ama kazandığı, koca bir haneyi doyurmaya yetmezdi. Sofrada tabaklar boş, mideler yanık kalıyordu. Onurluydu taş ustası. Çocuklarını da öyle…

Berfin Çiçek…SESİZ ÇIĞLIKLAR.ÖYKÜ

SESİZ ÇIĞLIKLAR   Hazan mevsiminin büyüsü her yöreye dağılmıştı. Rüzgârın tatlı dokunuşuyla etrafa süzülen yapraklar, görenleri hayrete düşürüyor; arada çiseleyen yağmur, kurumuş toprakla buluşup ciğerleri ferahlatan bir koku yayıyordu. Bu mevsimde sergüzeşt meraklısı iki yakın arkadaş Aden ve Maya, uzun bir yolculuk için son hazırlıklarını tamamlayıp yola koyulmuşlardı. Gidecekleri yer hakkında hiç araştırma yapmamış ülkenin ismini bilmekle yetinmişlerdi. Böylesi onlara daha cazip ve heyecanlı geliyordu. Tabii, bu sefer başlarına gelecek olaylardan habersizdiler. Aden, ince yapılı uzun boylu konuşmayı az seven biriydi. Mayaysa kumral saçlı, badem gözlü, çevresine neşe saçan, deli dolu bir kızdı. İki arkadaşın günler süren yolculuğu, şehrin ışık…

Öykü…KAT KAT…Eylem BAHÇACI

KAT KAT   Gölgelerimle doluydum. Kendimi kendimde biriktirerek yaş aldım. Hiç büyümedim. İçimde taşıdığım sonsuzlukta geçmiş zaman kıskaçlarına sıkışıp kaldım. Bedenim mi ruhum mu daha ağır bilemedim. Her gün yeniden giydim üstüme eski zaman hırkalarını. Giydikçe üşüdüm. Üşüdükçe giydim.   Güneş, hiçbir karanlığa yer bırakmayan sıcaklığını cömertçe yeryüzüyle paylaşıyordu. Yelda mahallenin küçük parkına girdi. Üstünde kat kat kıyafetleri, kendini taşıyamıyormuşçasına ağır adımlarla yürüdü. Hiçbir ağacın gölge etmediği kırık bir banka oturdu. Alnında biriken boncuk boncuk terler yüzüne doğru süzüldü. Yelda hırkasının düğmelerini ilikledi, omuzlarını yuvarladı, kollarıyla bedenini sardı. Bacaklarını karnına çekip kendine kıvrıldı. Tir tir titreyerek etrafı izlemeye başladı. O…

ÖYKÜ..BABACIK…Gülçin Granit

BABACIK “Olur ya bir gün hafızamı kaybedersem beni, bana nasıl anlatırsın?” Büyük bir ciddiyetiyle sorduğunda ben ilk cümlemi içimden söylemiştim bile. Yandık! Ailede Alzheimer genetik. Bugün sana, yarın bana babacık. Eğildim, kulağına yaklaşıp fısıldadım: “Baba… Sen bir sır gibisin. Saklanıp duruyorsun içimde.” Çözmem gereken bir formül gibi bakıyordu yüzüme. Titrek ellerini tuttum, gözyaşlarını sildim ve gözlerini bakışlarıma hapsettim. Sanki yılların o gizemli ağırlığı vardı üzerinde? Bana bugünkü gibi hiç bakmamıştı. Ben, seni baba hiç bu kadar korunaksız bulmamıştım. Şu lanet hastalık sende saf bir çocuğun çaresizliğini üzerine serpelemiş ve seni yarı çıplak bırakmıştı. Korkma! Ben üstünü örtüyorum baba. Zaman zaman…

Hasan ÇALIŞKAN…MENDİLDE KALAN ANNEMİN KOKUSU.ÖYKÜ

MENDİLDE KALAN ANNEMİN KOKUSU “Bir Annenin Sessiz Hikayesi” Dedemin büyük çocuğu, yani babamın askerlik çağı gelip evlilik vakti yaklaştığında, mahallemizin sokaklarında ağır, hüzünlü bir sonbahar sessizliği dolaşıyordu. Çınar yaprakları usulca yere süzülürken, babamın yüreğinde uzun zamandır eksikliğini hissettiği bir sesin özlemi büyüyordu. O sessizliğe, en çok da bir kadın sesi düşsün isterdi. Babaannem yıllar önce, Dimetoka’nın Çavuşlu Köyü’nden gelin gelmişti. Hayatın bütün mevsimlerini gözleriyle süzüyordu; baktığı her yere derin anlamlar, sessiz hikâyeler bırakırdı. Bir sabah, evin sessizliğinde ansızın, — “Oğlum Hamdiye’nin kızı çok becerikliymiş. Eline iş, gözüne nur gelmiş,” dedi. Bu sözler, babamın yüreğinde filizlenecek bir kararın tohumlarıydı. Çavuşlu’ya haber…